Karakter Hikayesi

Zirveler sessizdi. Rüzgâr her zamanki gibi şarkısını söylüyor, bulutlar sonsuz göğün üst katmanlarında tembellikle gezinmeye devam ediyordu. Ama Aquiven, o sabah bir şeyin değiştiğini hissetmişti. Sanki zaman, uçurumun kenarından aşağıya düşmek üzereymiş gibi bekliyordu. Henüz görünmeyen bir şey yaklaşmaktaydı — ve Aquiven bunu hissedebiliyordu.

Del Velo soyunun bir evladıydı o. Sisli efsanelerle anılan, rüzgârın ardındaki fısıltıları dinleyen bir halktan geliyordu. Ataları, kehanetlerin ağırlığını omuzlarında taşıyan, görünmeyen geleceğin izlerini gökyüzünün titreşimlerinde okuyan bir soydan gelmişti. Ama bu bilgiler, artık yalnızca yaşlıların dudaklarında kuruyan birer masal olmuştu. Genç Aquiven için bunlar yalnızca geçmişin sesleriydi — o, başka bir şeyin peşindeydi.

Aquiven'in hayatı, büyüyle ilgilenen bir grup bilgenin yaşadığı zirveye ulaştığında değişti. Onlar, doğayla uyum içinde yaşamak yerine, onu gözlemleyen, parçalayan, anlayan varlıklardı. Büyüyü kelimelere döküyor, zamanı formüllerle açıklıyorlardı. Küçük Aquiven, bu yabancı misafirleri izlerken büyülenmişti. Onların ellerinde, tüyden yapılma bir şey vardı sanki — ama bu kez uçmak değil, zamanı şekillendirmek içindi. Ve işte o gün, ilk defa kendi kanatlarının ötesine bakmaya başladı

Ailesi karşı çıktı. Büyü, Del Velo soyunun damarlarında bir zamanlar güçlüydü; ataları, sisin ardındaki zamanı okuyan, yıldızların dansını çözen büyücülerdi. Ancak zamanla bu bilgi unutulmuş, büyüyle konuşanlar azalmış ve sonunda tamamen susmuştu. Artık soy, yalnızca rüzgârı dinleyen sessiz gözlemcilere dönüşmüştü. Aquiven’in büyüye yönelme arzusu, onlara geçmişin bir gölgesini hatırlatıyor ama aynı zamanda bir korkuyu da tetikliyordu.

“Büyü bir zincirdir,” dedi dedesi, gözlerinde gökyüzüne duyulan eski bir özlemle. “Rüzgâr özgürdür. Zinciri seçen uçamaz.” Ama Aquiven dinlemedi. Del Velo soyundan geldiğini unutmadıysa da, belki de bu zinciri kırarak yeniden büyüye ses verecek kişi olacağına inandı. Bir Aarakocra’nın yalnızca gökyüzüne ait olmadığını kanıtlarcasına.

Akademideki yıllar, bir fırtına kadar karışıktı. Aquiven ilgili, dikkatli ama başına buyruktu. Hocaların sabrı, onun merakı karşısında zorlandı. Kuralları sınar, yöntemleri sorgular, sürekli daha ötesini arardı. Zaman büyüsü üzerine yapılan bir deney sırasında yaşanan bir hata, onu birkaç saniyeliğine kendi geleceğine taşıdı. Orada yalnızdı. Tüyleri solmuş, sesi susmuş, gözlerinde zamanın ağırlığı vardı.

Bu deneyim onu değiştirdi. Geri döndüğünde, bir şey kırılmış ama yerini başka bir şeyle doldurmuştu: sessizlik. Artık bağırmazdı, tartışmazdı. Ama konuştuğunda, herkes dinlerdi. Hocaları bu dönüşümün ardından ona Aarakocra dilinde eski bir unvan verdi: “Gi’” — Görülmeden önce hisseden. Bu yalnızca bir takı değildi, bu bir uyanıştı. Artık adı Gi’Aquiven idi. Zamanla göz göze gelen bir öğrencinin adı.

Yıllar sonra, akademiden ayrılıp zirvelere döndüğünde memleketini tanıyamadı. Gökyüzü hâlâ yüksekti, ama rüzgârın içinde ağır bir şey vardı. Kayaların arasındaki sis, artık eskisi gibi huzur verici değildi; sanki peçenin ardındaki dünya solmuştu. İlk zamanlar yalnızca değişimi gözlemledi, ama zamanla bu değişimin onu da içine aldığını fark etti. Bilgisini paylaşabileceği kimse kalmamıştı, yeni sorular soran olmamıştı. Büyü, burada yalnızca bir söylentiye dönüşmüştü. Ve Gi’Aquiven, durgun suların içini çürüttüğünü biliyordu.

Geceleri uyuyamaz olmuştu. Rüyalarında peçeler açılıyor, sesler fısıldıyor, eski ataları onu çağırıyordu. “Zaman burada bozuldu,” diyordu rüzgâr. “Ve bu, senin soyunun taşıyacağı bir yük.”

Gi’ artık yalnızca memleketinin bozulduğunu değil, kendi gelişiminin de durduğunu anlıyordu. Bu topraklar onu büyütmüştü, ama artık onu tutuyordu. Ve zamanın ilerleyemediği yerde, yaşayan hiçbir şey derinleşemezdi.

Gi’Aquiven anladı ki, Del Velo soyunun efsaneleri yalnızca geçmişi anlatmıyor, geleceğe de işaret ediyordu. Toprakta gizli bir yara vardı — elementsel bir yozlaşma, zamanın akışında bir çatlak. Ve bu çatlak, onu çağırıyordu. Belki de onun gözleri ve büyüsü, zamanı onaracak ilk anahtardı. Ve böylece Gi’Aquiven del Velo yeniden yola çıktı. Rüzgârın önünden değil, onunla birlikte yürüyerek.

Dağın Kalbindeki Anahtarlar1.Oturum - 11.08.2025

Kahramanlarımız, gördükleri garip rüyalar sebebiyle gitmeleri gereken yola koyuldular. Grubun bir araya gelişi biraz tuhaf olsa da günün sonunda bir ekip olmayı başardılar. Ancak önlerine devasa bir engel çıktı: dağın eteklerini ve geniş bir alanı kaplayan dikenli, nemli ve inanılmaz hızlı iyileşen sarmaşıklar.

Bu engeli aşmak için uzun süre uğraştılar. Bir süre sonra, Hank’in derisindeki zehrin sarmaşıklarla garip bir etkileşim yarattığı fark edildi. Zehirin etkisiyle sarmaşıklar geri çekiliyor, Hank’in önünde adeta yol açılıyordu. Onun bu özelliğini kullanarak ekip, engeli geçmeyi başardı.

Giriş Fotoğrafı
Mekanın girişi, sunak ve motiflerin bulunduğu yerin temsili.

Yolda ilerlerken taş bir girişe ulaştılar. İçeri girdiklerinde, dağın içine oyulmuş bir mekan ve tam ortasında bir sunak gördüler. Sunakta kuş tüyü, kaplumbağa kabuğu ve nilüfer şeklinde üç boşluk vardı. Tepedeki duvarlarda bu üç sembolün motifleri bulunuyordu. Önlerinde üç farklı giriş vardı.

İlk olarak, sarmaşıkların kökeninin oradan filizleniyor gibi göründüğü için en sağdaki girişe girdiler. İçeride büyük bir havuz ve içinde sarmaşıkların kökü vardı. Hank havuza girdiğinde su zehirlendi ve tüm sarmaşıkların kökü kurudu. Ardından duvarda altın bir nilüfer yaprağı buldular ve sunağa yerleştirdiler.

Sonra ortadaki girişten devam ettiler. Kaplumbağa Joakim, yolu kapatan taşları temizleyerek obsidyenden yapılmış, altın işlemeli bir heykele doğru ilerledi. Heykelin önüne geldiğinde dizlerinin üzerine çöktü ve dua etmeye başladı; çok uzun zaman önce kaybettiğini sandığı tanrısını yeniden bulmuştu. İlahi anını yaşadıktan sonra altından yapılmış kaplumbağa kabuğunu aldı ve sunağa koydular.

Saldıran Örümcek
Aarakocra mabetine yerleşmiş olan ve saldıran örümcekler.

Geriye yalnızca kuş tüyü ve en soldaki giriş kalmıştı. En sola yöneldiklerinde, içeride iki devasa Aarakocra heykeli gördüler. Kanatlarının uçları bir noktada birleşiyor, orada parlak bir nesne duruyordu. Gi’Aquiven oraya doğru uçtu, ancak yaklaşırken bir örümcek tarafından saldırıya uğradı ve zehirlenerek yere düştü. Yine de çelik gibi refleksleriyle düşüşünü yavaşlattı.

Gölgelerden iki örümcek daha çıktı; biri tavanda, diğeri Joakim’in yanındaydı. Aquiven toparlanarak Joakim’in yanındaki örümceğe bir ateş oku fırlattı. Yaralanan örümceği Joakim savaş çekiciyle parçaladı. Kalan örümceğe Hank ok atsa da isabet ettiremedi. Örümcek aşağı inip Joakim’i ısırarak onu da zehirledi. Aquiven bir ateş oku daha atıp örümceği yaktı, Joakim ise ölümcül darbeyi indirerek onu öldürdü.

Aquiven tekrar yukarı uçmaya çalıştı ancak zehir yüzünden başarısız oldu. Hank, zehre karşı bir panzehir hazırlayabileceğine inanarak hemen bir karışım yaptı ve Aquiven’in yarasına sürdü. Zehirin etkisinden kurtulan Aquiven, kanatların birleştiği noktaya uçup parlak nesneyi aldı: altından bir kuş tüyü.

Son parçayı da sunağa yerleştirdiler. Önceleri hiçbir şey olmadı. Ancak Hank bir sivri uca parmağını değdirdiğinde sunağa kan damladı. Ardından herkes kanını sunağa akıttı. Kan akmaya devam ettikçe Aquiven büyünün akışını hissetti. Ritüel tamamlandığında, her biri kendi odasını detaylıca araştırdı ve önemli parçalar topladı.

Kaybolan İzler2.Oturum - 25.08.2025

Kahramanlarımız mabetten çıktıktan sonra en yakın yerleşim yeri olan Erenal’a doğru yola koyuldular. Yolda ilerlerken, bir grup yağmacının bir at arabasının önünü kestiğini ve ganimet aradıklarını gördüler. Kahramanlarımız yağmacılarla yüzleşerek onları alt etti.

Karan
Tüccarlar Loncası Üyesi Karan'ın temsili resmi.

At arabasının içine baktıklarında, Tüccarlar Loncası üyesi Karan ile karşılaştılar. Yolun geri kalanında arabayı Joakim sürdü ve grup Erenal’a doğru yoluna devam etti.

Kasabaya vardıklarında Karan, kahramanlara güzel bir yemek ısmarladıktan sonra onlarla vedalaşıp ayrıldı. Kahramanlarımız ise yerli halktan mabede dair bilgiler toplamaya çalıştı. Ancak sordukları kişilerden aradıkları yanıtları bulamadılar. Bunun üzerine önce kütüphaneye, ardından bir avcıya danıştılar. Yine de fazla bilgi edinemediler.

Son bir umutla kasabanın yerel büyücüsüne gittiler fakat oradan da elleri boş döndüler. Çaresiz kalan kahramanlarımız, bir han bulup geceyi orada konaklamaya karar verdiler.